 Eyüp'ün güzide ve mütefekkir gençlerine iftara gittim. İftardan sonra gezmeye çıktık. Bu gecenin hatırasını hiçbir zaman unutamayacağım. Eyüp'ü sabah, öğle ve akşam saatlerinde, kandil günlerinde görmüştüm. Fakat gece uhrevî bir âlemmiş. Bu Ramazan gecesi, teravih kılınırken, çarşıdan geçtik. Eyüp'e hürmeten tavla ve kağıt oynatmayan o küçük kahvelerin imsak vaktine kadar; keyif ve tönbekiden meydana gelen sakin bir neşesi vardı. Yol üstünde Sokullu türbesinin pencerelerinden baktık. Avrupa'nın göbeği sayılan bir toprakta, Hıristiyan doğduktan sonra, Müslüman olarak İstanbul'da dünyanın en büyük saltanatını idare ederken şehit düşen bu büyük insan, bütün hanedâniyle bu ışıklı türbede istirahat ediyor.
Sonra câmiye gittik. Bahar, Ramazan, gece, namaz vakti, fazla olarak yağmurdan sonra serin bir saat, bu muhite anlatılmaz bir renk vermiş; o ışıklı avlu, o bin senelik çınarlar gölgesi. Yer altında bir türbede yatan Çifte Gelinler'i görmek için çömeldik, yerle beraber olan pencereden baktık. Mumlar yanıyor, Çifte Gelinler'in tabutları tellerle bezenmiş, ölüme kardeş gibi kol kola girmiş olan bu kızlara bakarken, gözler gayriihtiyarı doluyor; Türk ruhu burada genç kızlığın uhrevî şiirini yazmış.
Sahib-i makam olan Eyyûb Sultan gecenin bu saatinde, haremine çekilmiş bir padişah gibi mahfi, pencereleri kapalı.
Câminin haremi namaz saatinin hürmetiyle sessiz. Teravih kılınıyor. Kapısına kadar kesif bir cemaatle dolu olan câmiden, zaman zaman, müezzinlerin gür, pürüzsüz, berrak sesleri taşıyor; sonra muhit yine sakinleşiyor; yine aynı sesler, daha yüksek bir vecdle yükseliyorlar, yine ruhanî bir sükût oluyor. Namaz bir ses feyezâniyle bitti. Ondan sonra ilâhiler coştu. Bu cemaat bir şevk saati geçiriyordu.
Kalbimiz yıkanmış gibiydi. Haremden çıktık. Eyüp'ün bu saatini hiçbir zaman unutamayacağım.
Yahya Kemal Beyatlı |