 Emin Garbi Arvas, artık sayıları çok azalan İstanbul efendilerinden biriydi... Çok entelektüeldi, gazeteciler, yazarlar, siyasiler kapısını çalar fikir sorarlardı.
Seyyid Fehim Arvasî hazretlerinin torunu, Şeyh Ma'sûm efendinin oğludur. Babası Konya'da sürgünde iken (1928) doğar. Bebekliğinde Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerine getirirler. Büyük veli hanımına döner. "Bu öyle bir zâtın torunudur ki" buyururlar, "salıncağının bir ipini annesi boynuna taksa, bir ipini de sen boynuna taksan ve ben de sabaha kadar sallasam, hakkını edâ edemeyiz asla." Garbi Amca 15 yaşına kadar Abdülhakim Arvasi hazretlerinin yakınında bulunur, âdeta pişer dergâhta. Bilahare Abdülhakim Arvasi hazretlerinin kerîmesi Mâide Hanımın kızı Gülsüm Hanımla evlenirler.
EL FATİHA! Emin Garbi Arvas, Abdülhakim Arvasi hazretlerinin torunu Medeni Amca, Enver Abi ve Ahmet Arvasi Bey... Seyyidler vefakârdır, iki elleri kanda da olsa tanıdıklarının cenazelerine koşar, meyyit için âdeta çırpınırlar. Onlar dostlarının arkasından çok okudu, şimdi çok okunmayı hak ediyorlar...
Emin Garbi Amca Geylanilere çok hürmet ederdi. Bilhassa Mazhar Amcaya...

Emin Garbi Arvas, Abdülhakim Arvasi hazretlerinin torunu Medeni Amca, Enver Abi ve Ahmet Arvasi Bey...
Bu kaçıncı diz dövüşüm bilmem. Ahmet Arvasi Bey, Müftü Kasım Arvas, Bedrettin Amca, Orhan Karmış gibi çok kıymetli zatları tanıdım ama nedense çekindim, kapılarını çalamadım. Ha bugün ha yarın derken tren kaçtı, buyurun cenaze namazına.... Emin Amca da onlardan biriydi, nasıl pişmanım ama... Dilerseniz sözü onu, onu tanıyanlara bırakalım. İsmail Mahnoli ağabeyimizle başlayalım mesela... *** Rahmetli kendini setreden büyüklerdendi, bizim seviyemize iner, şakalar yapar. Hatta güreş tutan, top oynayan gençlere katılır, kimseye mesafe koymaz. Sitede yönetici iken her sabah gelir, bir kağıt uzatırdı., "Reçeten" der çıkar. Ya bir Hadis-i şeriftir, ya da kelâm-ı kibar. Garbi Amca ilmi sima sahibiydi. Kırk kadın kırk erkek getir, hangisi hangisinin eşi söylesin sana. Hatta eskiden isimlerini de bilirdim derdi, çünkü ismin karakter üzerine tesiri var. Bakın ben bir hata yaptım, onda gördüğüm fevkaladelikleri anlattım sağda solda. Bir gün geldi, celalli! "Mahno! Mahno! Benim katilim olma!" - Anlayamadım efendim? - Cambazın katili alkışlayanlardır, yoksa ipe çıkmaz. Vefat edinceye kadar sustum anlatmadım bir daha.
AYAKLI KÜTÜPHANE Çok kültürlüydü. Diyelim söz balıktan açıldı, balık kelimesinin Uygurca'da şehir manasına geldiğinden girer Osmanlı balık emininden çıkar. Ne hikâyeler ne vakalar... Karadenizliyiz güya. Çay de dinle... Semaver, demlik ve ince belli bardak üzerine oturup kitap yazar. Lebrenk, lebriz ve lebsûz.. Dudak renginde olacak, dudağı yakacak ve dudağına kadar dolacak... Çok okurdu. Gece bizi uyutur, kalırdı kitaplarıyla baş başa. Bazen dilim sürçer "Taha Amca" derdim gülerdi: "Ah o Taha Amcan yok mu? Hayatta iken beni korurdu, gitti cennete yine koruyor! Siyasete girmiştim. Köylere haber salmış. Reyinizi kime verirseniz verin bizim Garbi'ye vermeyin. Sağolsun, siyaset batağından kurtardı son anda..." Garbi Amca iyi bir şofördü. Bir gün araba ile bir yere götürdüm. Dönüyoruz siteye az bir şey kaldı. Direksiyonu iteledi lagaya daldık. "Yani İsmail yolda ne kadar çukur varsa girdin çıktın, bari buna da gir de gönlü kalmasın!" Bir keresinde uzun yola çıkmışız yine... Baktı benim bir şeyden anladığım yok. Sordu "İsmail bu çizgiler neye yarıyor?" - Yolu ikiye ayırıyor herhal. - İyi ama bazıları kesik kesik? - Niye öyle yapmışlar sahi? Boyaları azaldı zahir... Bana çizgileri anlattı. Ne kadar önemliymiş meğer. Çizgiye bakmaktan yolu unuttum bu defa. Sordu "Peki sen lastik değiştirmesini biliyor musun?" -Yooo! -Eee patlasa n'olacak? Bana mı değiştirteceksin yoksa? -Allahü teâlâ benim lastik değiştiremeyeceğimi bilmiyor mu? -Biliyor. -Korkma Garbi Amca. Rabbim seni yormaz.
YAĞMUR DUASI Emin Amca ile her sene Karadeniz'e doğru uzanırdık, aynı bizim şivemizi konuşur. Trabzonluyla Trabzonlu, Rizeliyle Rizeli olur. Vanlı desen inanmazlar. Bazen yolda Şeyh Ahmed-i Cüzeyri hazretlerinin divanından okur, sesi nasıl pürüzsüz, nasıl berrak... Anlamam ama hüzünlenirim, gözlerim dolar. Bünyamin adlı bir arkadaşım vardı. Haymana Belediye Başkanı. Yiğit bir insan. Garbi Amcayı çok sever. Karadeniz dönüşündeyiz nereden öğrenmişse öğrenmiş telefon açtı. "Seyyid amcayı al da gel, beklerim hocam!" Arz ettim. "İyi gidelim" dedi, "kırılmasınlar!" Baktık, Haymana girişinde bizi bekliyorlar, takip ettik. Bir toprak yola saptılar. "Bunlar nereye gidiyorlar ya" diyecek oldum. "Boşver takıl" dedi "acelemiz mi var?" Bir mesirelikte durduk. 25 - 30 kişi var. Halılar minderler serilmiş. Koyun kesmişler, siniler tütüyor buram buram. Neyse etlisini sütlüsünü yedik, cigara dürtmeye başladı. Başkan da tiryaki, göz göze geldik: "Kalk!" Az yukarda bir su yalağı var, sindik arkasına. Kulağıma eğildi "biz sizi niye çağırdık biliyor musun? - Nerden bileyim? - Ben bu halkı yağmur duası için topladım. O ki Server-i Kâinatın sevgili torunu aramızda... Rabbim verir, ekinler yanacak yoksa! - Oğlum sen deli misin? Böyle metazori olur mu? Garbi Amca üzülür sonra. - Ben anlamam! Nasıl söyleyeceksen söyle, usulü yordamı sen ayarla! İnsancıklara baktım... Temiz temiz amcalar, utangaç delikanlılar... Karakeçili aşireti bunlar. Mahzun mütevekkil boyun büküyorlar. Birden aklıma geldi. "Var mısın" dedim, "ben bir dua edeyim sen de amin de!" Açtım ellerimi "Ya rabbi Mekke-i mükeremeye yağmur yağmadığı zaman Abdülmuttalip Alemlere rahmet olarak gönderdiğin Muhammed Mustafa'nın (Sallallahü aleyhi ve sellem) elinden tutar bunun hatırına derdi ve Sen de verirdin. Ya Rabbi işte o Habibinin torunu aramızda. Şu güzel insanların hüsn-i zanı malumdur sana..." Ellerinimizi yüzümüze sürdük, bir şey hissetirmeden yerimize döndük. Garbi amca bir ara bana seslendi "İsmail bir yemek duası yapsana!" Duayı azıcık uzatım, garipler nasıl amin diyorlar, herhalde yağmur duası sandılar. Sonra Garbi Amca bir sohbete girdi ki anlatamam. Menkıbeden menkıbeye geçiyor, ben bile duymamışım daha.... Gözümü keyifle yummuşum, uçuyorum adeta. Derken sırtımda bir esinti. Pat pat iki iri tane kafama. Gözümü bir açtım, gök gri kara... Arabalara zor kaçtık. Yola gitmek ne mümkün şimşekler yıldırımlar... O gece Belediyenin otelinde kaldık, hatta elektrikler gitti, fener yolladılar. Yağmur sabah namazından sonra azıcık durulur gibi oldu "Kalk Mahno kaçalım" buyurdular, "şimdi bunlar kahvaltı mahvaltı hazırlar telaş yaparlar." İstanbul'a geldik. Zırr Telefon. Baktım Başkan. "Ya ismail, o duadan bir tane daha yap, ortalığı sel götürecek yoksa."

DEDESİNİN YURDUNDA Garbi Amca ile son seyahatimiz Mukaddes beldelere oldu. Gitmeden evvel Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin "Kitab-ı haccını" satır satır okuttu, notlar aldırdı. Ve dört arkadaş çıktık yola... Her tavaftan sonra sorardım. "Hacer-ül esvede gidelim mi?" Müminleri incitmeyelim derdi, duralım kenarda. Mekke-i mükerremede son günümüz ve son tavaf. Birazdan ayrılacağız, kavuşabilecek miyiz bir daha. Bir hüzün çöktü ki anlatam. Ağzımdan kaçtı "Hacer-ül esvede gidelim mi?" Yüzüme baktı baktı... "Haydi ya Allah! Bismillah!" Güya onu koruyacağız, dağılıverdik dört yana... Garbi Amca'nın önünde Hüdai yolu gibi bir koridor açıldı, Hacer-ül esvede varıverdi bir anda. Biz uğraşıyoruz ama ne mümkün, koptuk gittik uzaklara.... Sonradan ne olduysa oldu kendimizi tek tek Hacerül evsedin önünde bulduk. Olacak şey değil ama.. Buluşma noktasına geldik. Sordu "gidebildiniz mi?" - Gittik de nasıl gittik anlayamadım. Meğer ziyaretini yaptıktan sonra Hicri Kabede iki rekat namaz kılmış, alnını secdeye koymuş. "Ya Rabbi" demiş "biz dört arkadaşız, bana nasip ettiğini onlara da..." İsmail Mahnoli

Kaşgari Dergâhı... Emin Amca nelere şahit olur bu avluda...
SÜRGÜNDE DE YANINDA... Menemen vakası adi bir tertiptir, bahane ile nerede bir alim varsa toplarlar. Zulüm İstanbul'a kadar uzanır medrese-i mütehasısin müderrislerinden Seyyid Abdülhakim Efendiyi de gözaltına alırlar. Uzun süren soruşturmalardan sonra hadise ile uzaktan yakından alakası olmadığı ortaya çıkar. Buna rağmen Ankara'ya sürer evinden yuvasından koparırlar. Büyük veliyi İstasyonda Emin Garbi amca karşılar ki o zamanlar 18 yaşındadır daha. Efendi Hazretleri halsiz ve bitaptır. Garbi Amca tereddütsüz sırtına alır, taşır arabaya kadar.
DUVARLARIN DİLİ OLSA Keçiören'de otururlardı. Eski bir Ankara evi... Bahçesinde ağaçlar, çiçekler, tavuklar... Ev değil dergâh, sohbet üstüne sohbet, çaylar, meyvalar... Yazları karadutun gölgesine ilişirdik, evin kedisi yanıbaşımızda. Garbi Amca insanları çok hoş tutardı, sanırsın ki dünyada en çok seni seviyor. Meclisinin müdavimleri vardı. Mesela emekli diş tabibi albay Sabri amca, Orhan Karmış Abi sonra... Ya siz birinin üzerine gelirdiniz ya da birileri sizin üzerinize gelir, baş başa oturmak kabil olmaz. Geleni gideni çoktu ama yedirmeden çıkarmaz. Misafirlerine mükellef sofralar kurar, doyum tokum ağırlar. Hani kışla mutfağı olsa kaldırmaz. Usta hattat Doğan Çilingir komşusuydu. Kerimeleri yeğenleri evin kızı gibi yardım ederlerdi Gülsüm abla'ya... Kayınvalidesi Maide Hala Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretlerinin hayatta kalan son evladıydı. Çok başkaydı, duası müstecap... Emin Amca gazetemizi çok sever, yayınlarımızı dağıtırdı. Kendi oğullarının da bu çatı altında olmasını arzulardı. Öyle de oldu sonunda... Aile içinde nakibül eşraf mesabesindeydi, evlenecekler, iş kuranlar, ev arsa alacaklar hep ona danışırlar. Zengin değildi ama eşin dostun yardımına önce o koşar. İyi bir baba ve çok iyi bir dedeydi, torunlarının üstüne titrer adeta. Kayın pederi İbrahim Arvas Bey milletvekiliydi, bir ara o da Vanlıları kıramayıp aday oldu. Kovalamadı ama... Bayram sabahları elini öper, birlikte otururduk kahvaltıya. Zaman zaman arabamla Bağlum'a götürdüm, duanın bini bir para... Efendimize batın olarak daha yakın olduğu için Geylanilere çok hürmet ederdi. Telefonla konuşurken bile kalkardı ayağa. Amansız hastalığa düçar olunca hayli sıkıntı çekti ama yakındığını duymadık asla.. Son günlerindeydi. "Rüyamda Efendi Hazretlerini gördüm İbrahim" dedi, "beni çağırdılar!" Şimdi Allah gecinden versin mi demek lazım, yoksa hayırlı olsun mu? Hani insan bazen tutulur kalır ya... İbrahim Pazan
İKİ TÜRK İKİ ARAB Emin Garbi Amca dendi mi burnumda hoşça bir koku belirir. (Zevkli kokular sürerdi zira) Zihnimde iki delici göz parıldar. Biz hep şefkatine muhatap olduk ama vakarından titrerim hâlâ... Bir gün yolda karşılaştık koluma girdi. "Yusuf'um Hacca gidiyoruz" dedi, "Sen de gelsen ne güzel olurdu ama." Bunu emir telakki ettim. Meğer hayatımın kararını vermişim. Birlikte geçirdiğimiz üç hafta içinde o kadar çok şey öğrendim ki benim için milat oldu adeta... Emin Amca fizyonomiye çok hakimdi, bak bu gelen Siirtli diyorsa mutlaka Siirtlidir. Bitlisli diyorsa kesin Bitlisli... Bizim için hepsi birdir ama o, Sudanlının Habeşliden farkını bilir, bu Keşmirli bu Bangladeşli diyebilir. Bir gün Mescid-i Nebi ziyareti yaptık, "var mısın" dedi "ahiret kardeşi olalım." - Elbette Emin Amca, seve seve... El ele tutuştuk, dualar okudu, yüreğime ılık ılık bir şeyler akıyor... "Şimdi İsmail'le Ahmed'in elini tut bakayım!" Tuttum, aldı baştan... İsmail abi söz arasında "Birleşmiş milletlere döndük" dedi; "kardeşlere bak bir Türk, bir Kürt, bir Laz ve bir Arap!" "Hayır İsmail" buyurdular, "burada iki Türk, iki Arap var!" Döndük, Cengiz Dağcının kitaplarında Mahnolar adlı bir Türk boyunun varlığını okudum. Lazın Türklüğü çıktı meydana... Ardından babam Bağdat taraflarından geldiğimizi söylemesin mi. Şu işe bak! İlerleyen yıllarda önüme başka başka hac fırsatları çıktı. Seyahat acentalarından dostlarım vardı. Gazeteci olarak da gidebilirdim sonra. Ama o tadı, o lezzeti bulabilir miydim? Heyhat! Sanırım en güzeli hatıralarla yaşamak. Yusuf Sancak |