 Terimleri hatalı kullanılması resmî tarihin bir parçası... Mesela, cumhuriyet rejimi demokrasiye geçmek değildir. Diktatörlük olarak algılanan krallık da mükemmel bir demokrasi olabilir...
Monako hâlâ prenslikle yönetiliyor.
Türkiye'mizde gerek Meşrûtiyet döneminde, gerek Cumhuriyet yıllarımızda bazı politika terimlerinin, kavramlarının yanlış anlam verilerek kullanılması resmî tarihin bir parçası ve gereğidir. Doğru manasını bildikleri halde böyle kullananlar ise politikacılardır.En çok kullanılan Cumhuriyet kelimesinden başlayalım.
Cumhuriyet Ne Demek? Cumhuriyet (Osm. cumhûriyyet, Ar. cumhûriyye), Osmanlı'nın Arapça kelimeden 19. yüzyılda yaptığı terimlerden biridir. Önceleri Fransızca repüblik diyorduk. Anlamı şudur: Devlet başkanının seçimle veya zorbalıkla devletin başına geçtiği yönetim sistemi, devlet rejimi. Şöyle de tarif edilebilir: Devlet başkanlığının irsî (aynı aileden), bir hanedandan gelmediği devlet şekli. Monarşi'nin zıddı. Kelime manasıyla "halk idaresi" şeklinde anlaşılarak bizde demokrasi yerine kullanılmış, (cumhuriyet=demokrasi) ve (krallık veya monarşi=diktatörlük, demokrasinin zıddı) manaları verilmiştir. Cumhuriyetle yönetilen devletlere baktığımız zaman, demokrasi ile yönetilmeyenler çoğunluktadır. Tabiatiyle demokrasi ile yönetilen, demokrat cumhuriyetler de vardır, gittikçe çoğalmaktadır. Binaenaleyh cumhuriyet rejimi, demokrasiye geçmek demek değildir. Hâlen devam eden en eski cumhuriyet İsviçre'dir (San Marino'yu saymıyoruz). 1871'de Fransa kesinlikle cumhuriyete geçti. Dünyadaki diğer bütün cumhuriyetler 20. asırda ortaya çıkmış eski monarşilerdir.
Demokrasi O halde demokrasi ne demek? Millî irâdeye, hür seçime bağlı rejimdir. Cumhuriyet şeklinde veya monarşi şeklinde olabilir. Halkın yöneticilerini serbest seçimle seçmesi, asker'in ve yargı'nın politikaya karışmaması, mutlaka muhalefet partisinin bulunması gerekir. İktidar, gelmiş geçmiş bütün devletlerde mevcuttur. İktidarsız devlet yoktur. Muhalefet, meşrû, seçilmiş muhalefet ise yalnız demokrasilere mahsustur. Gerçek demokrasi, bugüne kadar insanlık tarihinde uygulanan en az kusurlu rejimdir. Aralarında muvâzaa (gizli anlaşma) bulunmayan en az iki siyasî parti şarttır. İki büyük partili Anglo-Sakson (İngiltere, ABD vs.) demokrasisine karşılık çok partili ve koalisyona mecbur kalabilen Latin vs. usulü demokrasi de vardır. Komünist devletler, başta Sovyetler, komünizmi "halk demokrasisi" şeklinde tarif ederek kitleleri yönetmeye çalışmışlardır. Gerçekte demokrat monarşiler bile halk demokrasisidir, ancak sınıf ve parti diktatörlüğü bulunmaması lazım.
Monarşi Monarşi'ye Türkiye'de "krallık" denmesi yaygındır. Ancak hükümdar kral'dan başka bir unvan da taşıyabilir (imparator, prens, düka, emîr=bey, şeyh, 1815'ten önce kont vs.). Krallık yalnız devlet başkanının kral unvanını taşıdığı monarşilere denir, meselâ Japonya'ya krallık denemez, zira hükümdarın unvanı imparator'dur. Türkiye'de (krallık=demokrasi karşıtlığı) manasında kullanım yaygındır. Burada kral, diktatör mânâsında kullanılıyor ki Batı dillerinde böyle bir mânâ yoktur. Mutlak krallıklar kast ediliyorsa da, Avrupa'da artık mutlak krallık kalmamıştır, Asya ve Afrika'da vardır. Bir krallık, mükemmel demokrasi olabilir. Hâlen Avrupa'daki demokrat monarşiler şunlardır: İngiltere, İspanya, Hollanda, Belçika, İsveç, Norveç, Danimarka (bunlar krallık), Lüksemburg (büyük-dukalık), Monako, Lihtenştayn (bunlar prenslik). Papa seçimle geldiği halde Vatikan da monarşi sayılmaktadır. Zaten Papa da, hükümdarlar gibi ölümüne kadar tahtta kalabilmektedir (Fransa ve Almanya'da kadınlar tahta geçemez). Avrupa dışında, İngiltere hükümdarını devlet başkanı sayan ve gerçekte bu makamda bulunan kişiye Kraliçe tarafından atanması onaylandığı için "genel vali" denen tam demokrat monarşiler de vardır. En öndekiler Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda monarşileridir. Daha böyle iki düzineden fazla devlet, İngiltere hükümdarına bağlı monarşiler hâlindedir.
Meşrûtiyet Osmanlı Türkiyesi'nin meşrûtiyet dediği rejimi de iyi tarif etmek gerekir. Osmanlı, Tanzimat döneminde, demokrasi ve seçimle yönetilen monarşilere meşrûtî demeye başlamıştır. Osmanlı'nın Arapça'dan türettiği binlerce terim ve kelimeden biridir. Meşrûtiyet, "taçlı demokrasi" veya "demokratik monarşi" şeklinde tarif edilebilir. Bugün bütün Avrupa monarşileri, meşrûtiyet şeklindeki devletlerdir. Osmanlı Türkiyesi, iki defa meşrûtiyet (taçlı demokrasi) tecrübesi yapmış, ikisi de devletin bünyesine uydurulamadığı için demokrasi'ye erişilememiş, demokrasi kâğıt üzerinde kalmıştır. 1876-1878 Birinci Meşrûtiyet ve 1908-1922 İkinci Meşrûtiyet dönemlerimizdir. Anayasa (kaanûn-i esâsî), anayasa mahkemesi (Meclis-i Âlî-i Tanzîmat, sonra Tanzîmât Dâiresi), millet meclisi (Meclis-i Meb'ûsân), senato (meclis-i âyân), ikinci meşrûtiyet'te siyasî partiler ve güvenoyu sistemi, hâsılı bütün demokratik kurum ve kuruluşlar mevcuttur. Halkın pâdişâh dediği hâkan-halîfe, hükûmet etmiyor, saltanat sürüyor, canlı bayrak gibi devletin birliğini, yüceliğini temsil ediyordu. İki Meşrûtiyet'in arası 1878-1908, İkinci Abdülhamîd'in (1876-1909, hayatı 1842-1918), devleti şahsen yönettiği idare dönemidir ki, anayasa ilga edilmemekle beraber uygulanmamış, seçimler yapılıp meclis açılmamıştır, muhaliflerince Devr-i İstibdâd şeklinde anılmıştır. Birinci Meşrûtiyet, Midhat Paşa'nın diktatörlük tecrübesi ve 93 Harbi dehşetli bozgunu sonunda ortadan kalkmıştır. İkinci Meşrûtiyet ise 1913-1918 arasında Tal'at-Enver-Cemâl'in üçlü diktatörlüğüne (triomvira) dönüştü. Cumhuriyet döneminde de demokrasi, Atatürk'ün iki tecrübesine rağmen, İkinci Cihan Savaşı (1939-1945) da patlayınca ancak 1946'da kâğıt üzerinde yürürlüğe girdi. Demokrasimiz, hâlen Kopenhag kriterlerini kabûl etmekle, Avrupa Birliği demokrasisine eşit hâle gelmiştir. Bununla beraber düzenlenmesi gereken hususlar mevcuttur.
Kaynak: Yılmaz Öztuna |