 At üstünde giden akıllı süvari, uyuyan birisinin ağzına bir yılan girdiğini gördü. O iş bilen kimse, uyuyan adama birkaç topuz vurdu. Ağacın altında çürümüş elmalar vardı. Atlı; "Bu elmaları ye!" dedi.
Adam topuzun korkusundan o kadar çok elma yedi ki, ağzından geri gelmeye başladı.
Kederli adam dedi ki; "Ey Emir! Niçin hiç sebep yok iken bana çürük elmaları yedirerek zulmettin? Sana rastlamam benim için ne büyük talihsizliktir. Ne mutlu seninle karşılaşmayana. Bir suç ve günah işlemeden, dini olmayanlar bile bu eziyeti reva görmezler." Adamın böyle beddua etmesine aldırmayan süvari, onu ovada durmaksızın koşturuyordu.
O kimse, saatlerce ağlaya ağlaya koştu. Nihayet safrası kabardı ve kusmaya başladı. İstifra ederek; iyi, kötü ne varsa içerdekilerin hepsini çıkardı. Bu arada, o yılan da dışarı çıktı. O, görünüşü korkunç kara yılanın dehşetinden, bütün dertlerini unuttu.
Dedi ki: "Meğer sen, melek gibi bir insan imişsin veya Allahü tealanın bir rahmeti. Ne mübarek bir saatmış ki beni gördün. Ölecekken benim hayatımı kurtardın. Sen, beni bir anne gibi arar dururken, ben de senden merkep gibi kaçıyordum. Ne mutlu senin yüzünü görebilene veya her zaman senin muhitinde bulunabilene. Senin için bu kıymetli canım feda olsun. Ben ise, sana karşı sert konuştum, küstahça davrandım.
Ey efendi! Ey şahların şahı! Sana söylediğim kötü sözler hep bilgisizliğim sebebiyledir. Duruma birazcık vakıf olsaydım, böyle boş sözlerden elbette sakınırdım. Ey güzel huylu kimse! Vaziyeti birazcık anlatsaydın, seni över, dua ederdim. Ey iyi huylu kimse! Lüzumsuz, delice konuşmalarımdan dolayı beni affet."
Atlı da; "Eğer sana vaziyeti anlatsaydım, korkudan ödün patlardı.
Sana yılanın karnına girdiğini bildirseydim, zehirden önce seni korku öldürürdü" dedi.
Peygamber efendimiz buyurdu ki: "İçinizde gizli olan düşmanı anlatsam, yiğitlerin ödü patlar, akıllıların aklı mahvolurdu. Ne gönlünüzde dua edip yalvarmaya, ne oruç tutmaya ve ne de namaz kılmaya kuvvet bulamazdınız."
Bunu bilenler, kedinin pençesindeki fare gibi olur. Kurt gören kuzu gibi şaşırırdı. İçindeki düşmanı bilseydin, ne elmayı yiyebilir, ne de kusmak için mecalin kalırdı.
Sen konuşmalarında haddi aştıkça, ben içimden; "Ya Rabbi! İşimi kolaylaştır" diye dua ediyordum. Hem sebebi söylemeye ruhsatım, hem de seni bırakıp gitmeye kudretim yoktu.
O zaman şu duayı hatırladım: "Ya Rabbi! Benim kavmime hidayet ihsan eyle. Çünkü onlar, hidayeti bilip bulamıyorlar."
Dertli olan kimse şükür secdesine kapandı ve dedi ki: "Ey benim devletlim, hazinem! Ey asil kimse! Senin mükafatını Allahü teala versin. Zira bu güçsüz kulun sana teşekkür etmeye kuvveti yok. Ey yüce er! Sana bu şükrün hakkını Allahü teala versin. Bende, ona söylenebilecek ne bir ağız, ne de hoş söz yok."
İşte akıllı olanların düşmanlığı böyledir bil. Akıllının zehiri bile can için bal olur. Akılsızın dostluğu ise, insana cefa olur. Bu hikaye onun misalidir.
Akıllı olan kimse, aza-çoğa bakmaz. Çünkü her ikisi de sel gibi sür'atle geçmektedir. Sel, ister saf, berrak, ister bulanık aksın. Madem ki baki değildir, öyle ise sözünü etme.
Her dert ölümden bir parçadır. İnsan arslan da olsa, onun birisini dahi kovamaz.
Ölümün bir parçası olan dert ve belalar sana tatlı gelirse, Allahü teala sana ölümü tatlı eyler. Bedene gelen hastalıklar, ölümün elçisidir. Ölüm elçisinden yüzünü geri çevirme.
Hayatı dertsiz, elemsiz geçenin, ölümü acı olur. Nefsine tapanın ruhu için kurtuluş yoktur. Akıl, insana ayak bağı olursa, sen onu akıl kabul etme. O, ancak yılan ve akreptir.
Fakir, altın gibi bir söz söylese, onu takdire layık görmezler. Ayakkabı dar ise, yalınayak yürümek daha iyidir.
Su ile ateşin karışmasına bir tencere mani olursa, ateş, suyu buharlaştırıp mahveder. Diken, gülün güzelliği yüzünden affedilir. Parça bütünün içinde kaybolur. Gündüz gibi nurlu olmak istiyorsan, gece gibi karanlık olan varlığını, nefsini yak! |