Ana Sayfa
Özel Dosyalar
İnsan ve Toplum
İz Bırakanlar
Faydalı Bilgiler
 
Kültür Sanat
Polemik
Sudoku Oyna
Sesli Kütüphane
İletişim
Hakkımızda
Ö. Çetin Engin
Saflık, tarife muhtaç...
İrfan Atasoy
İyiyim!..
Vehbi Abimizin yazıları
"O büyük günde buluşuncaya kadar sevenlere sabır, selamet;
Mahrum kalmışlara da insaf ve itidal dilerim..." - Vehbi Arvas
Sinemanın palyaçosu “Charlie Chaplin”
02 Temmuz 2007 Pazartesi | 00:04

Asıl adı Charles Spencer olan olan Şarlo, Londra'da doğar (1889). Babası Charlie Chaplin sirklerden sebeplenmeye çalışan çulsuzun tekidir. Her ne kadar kendini "müzisyen" olarak görse de cambazlıktan, palyaçoluğa ne iş olsa yapar. Anası deseniz ona keza. Şarlo tabiri caizse sahnede doğar, hayata tombul atların çektiği sirk arabalarının yuvarlak camlarından bakmaya başlar. Henüz 5 yaşındayken seyirci önüne çıkar, dans eder, taklalar atar, onu babasının adıyla "Küçük Charlie Chaplin" diye çağırırlar. Kriz yıllarında Avrupa'nın tadı kaçınca Chaplin ailesi şansını Amerika'da arar. Şarlo bir dans hastasıdır, annesinden babasından işin inceliklerini kapar. "Sekiz Lancshire'lı Delikanlı" oyunuyla gösteri dünyasına adım atar.

Dönüm noktası

İşte tam o günlerde babası ölür, annesi dengesini kaybeder, sık sık akıl hastanesine girip çıkmaya başlar. Şarlo sahipsiz kalır, en güzel yıllarını yetimhanelerde, vakıf mekteplerinde geçirir, gün gelir sokaklarda yatar. Birileri onu ensesinden tuttuğu gibi bir vapura atar, memleketine yollarlar. Ama Avrupa'nın durumu bin beterdir, İngiltere'de hiç yapamaz. Silbaştan göçmenlere katılır ve ikinci Amerika macerası başlar. Şarlo bu kez kararlıdır, gemi New York Limanı'na girerken yumruklarını sıkar "sıkı dur Amerika, seni fethetmeye geldim" diye haykırır "Hürriyet Heykeli"ni şahit tutar.
Şarlo'nun bildiği tek iş palyaçoluktur, nitekim bir sirke kapağı atar. Komedi programları sunan "Fred Karno Vodvil" topluluğunda yer aldığında ağzı henüz süt kokar (17). Ancak çocukluktan beri gösteri dünyasının içinde olduğu için dans, jimnastik ve palyaçoluğu birbirine karıştırır ve sıradan aktörlere fark atar. 1913'e kadar Karno'yla çalışan Chaplin kendi çapında ün yapar.
Olacak bu ya, tam da o günlerde Keystone firmasına tek makaralık filmler çeken yönetmen Mack Sennett'in kaprisli başrol oyuncusu tafra yapar. Yeni bir yüz ve daha disiplinli çalışan bir aktör arayışına giren Mack, nicedir takip ettiği Şarlo'nun önüne cazip bir teklif koyar. Kahramanımız "150 dolar" haftalıkla Hollywood'a adım atar ki bir palyaço bu parayı 6 ayda kazanamaz.

Şapkasız çıkmaz

Şarlo, uyumludur kendinden ne isteniyorsa "he" der, zorluk çıkarmaz. Ancak "Venedik'te Oto Yarışı" filminde "bir de beni dinleyin" der, badem bıyıklı, bol pantolonlu, dar fraglı, büyük potinli, bastonunu sürekli çeviren ve melonlu başını sakarlıktan alamayan bir tipi (bildiğimiz Şarlo'yu) ortaya koyar. O yıllarda İngilizler kasket, Meksikalılar hasır, Amerikalılar kovboy şapkası takarlar. Lâkin mutaassıp Yahudiler bu şapkada ısrarcıdırlar. Peki Şarlo Yahudi midir? Bunun cevabını yıllar sonra yine kendi yazar. "Gösteri dünyasında yer edinmek için Musevi gibi görünmek zorundaydım. Eğer böyle yapmasaydım. Hollywood'da asla tutunamazdım". (Anılarım)


Cebi dolar dolar
Burunlarından kıl aldırmayan artistler "sinema zordur, bu boyacı küpü değil ki" deseler de bizimki hızlı çıkar, üç haftada bitmeyen filmleri iki günde atmaya başlar. İşte bu sürati onu şöhret yapar, maliyetleri yarısının yarısına düşürünce firmalar peşinde koşarlar.
Şarlo bir süre sonra kendi filmlerini yönetmeye başlar. Eh bu arada ücreti de katlana katlana artar. 1915'te Essanay şirketine haftada 1.250 dolara "he" derken, 1916'da Matual şirketinden haftada 10 bin dolar koparır, transfer için de 150 bin dolara imza atar. 1917'de de First National şirketi sekiz film için 1 milyon doları önüne koyar. İki yıl sonra, dönemin önde gelen yıldızları Mary Pickford, Douglas Fairbanks ve yönetmen D. W. Griffith ile birlikte kendi dağıtım şirketlerini "United Artists" kurar, bağımsızlığın tadını çıkarırlar.
Şarlo'nun ayakları yere basınca kuru kuruya maskaralık yapmaz, Göçmen filmiyle hür dünyaya koşan muhacirlerin çektiği eziyetleri anlatır, çağdaş köle tüccarlarının ipini pazara çıkarır. Ardından "Modern Zamanlar" filmi ile kapitalizmin çirkin yüzünü gösterir, "Şarlo Askerde" ile orduyu ve ordunun mantığını defe koyar. Ve beklenen olur, birileri onun "kesinkes Komünist" olduğu vehmine kapılırlar.
Bilirsiniz Amerika'da parayı bulanlar ya karılarını değiştirirler ya da yeni bir araba alırlar. Şarlo ikisini de yapar, birbirinden güzel arabalar alır ve alımlı kadınlarla takılmaya başlar. Yanisi şu ki adı Komüniste de çıksa burjuva gibi yaşar.
Şarlo "Altına Hücum", "Yumurcak", "Şehir Işıkları" filmleriyle başarısını sürdürür ama siyasetten de kopmaz. Hitler'i ve Mussolini'yi makaraya aldığı "Diktatör" filmiyle mesajın ötesinde "nasihat" vermeye kalkar.

Hollywood'un çatlak sesi Şarlo Chaplin

Şarlo çapkın bir adamdır, birlikte başrol oynadığı "artizleri" nikah masasına oturtmaya bakar. Lita Grey ve Paulette Goddard'ın ardından O'Neill'in kızını kervana katar. Aşkları kadar ayrılıkları da konuşulur, babalık davaları ile magazin basınında irice bir yer tutar. Reklamın iyisi kötüsü olmaz derler ya, Şarlo işi kapar, gazetecilere malzeme olmaktan kaçmaz.
Gelgelelim fedareller, magazincilere benzemez, adı Komüniste çıkınca ensesinde biter, nefes aldırmazlar. Şarlo'nun kitlelere yön vermek gibi bir derdi var mıdır bilmiyoruz ama sinemanın gücünü kullanır ve baskılara pabuç bırakmaz.
O günlerde fizikçi Einstein da şaibeliler arasındadır. Bir toplantıda Şarlo'ya "siz büyük bir adamsınız" der, "sizi herkes anlıyor, size herkes hayran..." Şarlo, "Siz daha büyüksünüz" diye yapıştırır: "Sizi kimse anlamıyor ama yine de hayranlar!"
Doğrusu Şarlo ezilenin yanında olmaya bakar, hiçbir zaman fukaraya sataşmaz. Ya bir aristokratın kabasını tekmeler ya da bir kontesin suratına pasta atar. Hasılı o sokaktaki küçük adamların yapamadıklarını yapar.

Azıcık da politika

Şarlo Musevilerle düşüp kalktığından olacak Nazilere karşı "ikinci bir cephe" açar. Hitler ile alay ettiği "Diktatör" filminde (1946) sık sık nasihat buyurur, "... zalimler böyle sözler vererek iktidara geldiler. Ama sözlerini tutmuyorlar ve hiçbir zaman da tutmayacaklar!
Diktatörler kendilerini kurtarır ama halkı köle gibi kullanırlar! Askerler, kendinizi bu adamlara adamayın! Sizi hor görüyor, hayatınızla oynuyorlar. Duygularınıza düşüncelerinize hükmetmeye kalkıyorlar. Sizi hayvan gibi şartlandırıp, aç biilaç topun ağzına sürüyorlar. Siz makine değilsiniz, yüreğinizde insan sevgisi taşıyorsunuz! Nefrete kapılmayın, kölelik uğruna değil özgürlük adına savaşın" şeklindeki konuşup "aşikare" propaganda yapar. Aslında Hitler neyse Mussolini ve Franko da odur. Hoş, Stalin, Churchill ve Roosevelt de aşağı kalmazlar, alayı diktatördür ve kanı kanla yıkarlar. Lâkin Ruslar filmleri dolu dolu "kullanır", Amerikalılar sadece "kıllanırlar".

ABD'den kovulunca

Şarlo senatör, bakan olacak değildir, siyasetten bir şey beklemez, sadece yaşadıklarını anlatmaya bakar. Ancak kapitalist dünyadaki çarpıklıkları beyazperdeye taşıdıkça Bolşevikler el oğuştururlar. Şarlo, SSCB'den gördüğü sıcak ilginin tesirinde kalır ve "Mavi Sakal" filmiyle patronların ve askerlerin nasırına basar. Hükümet onu birden bire ablukaya alır, vergi daireleri firmasını sıkıştırmaya başlar. Politikacılar ve köşe yazarları düğmeye basılmış gibi karalama kampanyası açarlar. Şarlo ABD vatandaşı olmadığı için yargılanamaz ama bu ülkede barınmak için başkanlara yağcılık da yapmaz. Savaş kışkırtıcılarına çanak tutacak yerde "alın Amerikanızı başınıza çalın" der köprüleri atar (1952). ABD Adalet Bakanlığı bunu fırsat bilir, ona ülkeye giriş yasağı koyar. İngiliz hükümeti o gün de Amerika'nın dümen suyundadır, kendi vatandaşına sahip çıkmaz. Şarlo da pılısını pırtısını (ve tabii ki dolarlarını) toplayıp İsviçre'ye yerleşir, keyfine bakar.

Sopsoğuk savaş!

Şarlo 1957'de yaptığı "New York'ta Bir Kral" filmi ile Sam Amcayı topa tutar. Sınırdışı olmasına sebep olan "Amerika'ya Karşı Faaliyetleri Soruşturma Komitesi"ni, Amerikan hayat tarzını ve anlamsız televizyon reklamlarını alaya almaya başlar. Conylerin nasıl "egoist" ne kadar "aptal" olduklarını anlatır ve sistemi ciddi ciddi sallar. "Bu herif kesin kızıl" diyen istihbaratçılara aldırmaz, inadına Sovyet Başbakanı Nikolay Bulganin'le görüşür, ardından Çu En Lay ile yemek yeyip düşman çatlatırlar. ABD ve İngiliz hükümetleri saldırdıkça filmleri yok satar, Demirperde pazarında da yer bulur, sinema sektöründe iyice bir yer tutar.
Gün gelir dünyanın dört bir yanında Şarlo taklitleri çıkar, bilirsiniz Sadri Alışık bile Turist Ömer tiplemesi ile bir nevi "Şarloluk" yapar.
Sahteleri Şarlodan ziyade Şarlocu olurlar. Nitekim kimliğini saklayarak katıldığı "en iyi Şarlo" yarışmasında ancak 8'inci olabilir finale bile kalamaz.
Şarlo "kendi de çevirse" sesli sinemaya karşıdır ona göre sanatçı yüzündeki ifadelerle konuşmalıdır, öyle ya sesli filmi herkes yapar.

Sövgüden övgüye

ABD ve İngiliz hükümetleri bu kavgadan yenik çıkar. Zeminin kaydığını hissedince tükürdüklerini yalar, Şarlo'yu kazanmaya bakarlar. Şarlo solcu da olsa kendi çocuklarıdır ve kafasının içindekiler kimseyi ırgalamaz. O ki bu adam kitleleri etkilemektedir, ondan istifadenin yollarını aramalıdırlar. 70'li yıllardan itibaren Şarlo'nun iade-i itibarı için gösteriler yapar, işbirlikçi gazeteler boy boy resimlerini basıp, röportajlarını yayınlarlar.
ABD halkı mal gibidir, dürtüldüğü yöne akar. Dün ağız dolusu sövenler, bugün övmeye başlar, karaladıkları adamı kahramanlaştırırlar. Şarlo artık yaşlı bir adamdır, her ne kadar çocukluğunun geçtiği sokakları özlese de CIA'dan öcü gibi korkar. Gelgelelim buna da çare bulur, önüne "Özel Oscar Ödülü" gibi "cazip bir yem" atarlar (1972) . Onu Amerika'da krallar gibi karşılar, ayakta alkışlarlar.
Amerika da rüzgar esse nezle olan İngilizler de altta kalmaz. Kraliçe II. Elizabeth, 86 yaşındaki Şarlo'ya "şövalye" unvanı bahşedip gönlünü almaya bakar. Şarlo soğuk bir kış günü, (25 Aralık 1977) ölür ve badem gözlü olur. Kuyusunu kazanlar, yasını tutarlar.

"Büyük Diktatör" filminden bir sahne

Charlie Chaplin'in filmlerinden kolaj

  iz bırakanlar kategorisindeki en yeni içerikler
- Mehmet Oruç...
- Koca Yusuf: Bir efsane...
- Habib Burgiba (Tunus Devleti'nin Kurucusu)
- Nurullah Ataç...
- Mehmet Yücel: Sıradışı Profesör
- İmparator Hirohito...
- Emir Timur: Nâmağlup bir hükümdar
- Emin Garbi Arvas
- Richard Milhaus Nixon...
- Yahya Kemal Beyatlı
- Cahit Sıtkı Tarancı...
- Babıali’nin Hekimoğlu’su...
- Amr Bin Âs...
- Van Gogh...
- Petrol İmparatoru Deterding
- Ferdinand von Zeppelin
- Vehbi Arvas...
- Zirve yarışında Larry Ellison
- Mustafa Kıbrıslı: Bir vakıf insan
- Theodor Herzl
- İsrail’in kurucusu 'Ben Gurion'
- Kazıklı Voyvoda Vlad Tepeş
- Cem Sultan
- Malcolm X
- Çar Petro (Gerçekten deli mi?)
- Bu kategoridekileri listele
   
SaatliMaarif.com
Sınırı çizilen her özgürlük tanımı kalemimizin mürekkebidir....
Bir Derinev Yapımı